Read in English.

Ulusal öneme sahip anlarda sosyal medya hayati bir rol oynayabilir. Türkiye’de yaşanan son deprem felaketinde sosyal medyanın kritik rolü ve iktidarın bu konudaki sansür çabaları, Türkiye için son derece mühim 14 Mayıs seçimleri açısından da önemli dersler içeriyor.

6 Şubat tarihinde Türkiye tarihininin en büyük depremlerden biri meydana geldi. 11 ili etkileyen bu depremden yaklaşık 15 milyona insan etkilendi, 50,000 insan hayatını kaybetti, birçok şehir tamamen yok oldu ve yüzbinlerce bina yıkıldı. Bu yıkımın en kritik ilk günlerinde Twitter, hem depremzadeler hem de arama kurtarma ve gönüllü yardım ekipleri için önemli bir iletişim aracı haline geldi. Bu kriz karşısında devlet kurumlarının arama kurtarma konusundaki eksikliklerine ve iktidarın bu yıkıma sebep veren dayanıksız inşaatlara yıllarca göz yummak gibi hatalarına karşı sessiz kalamayan birçok vatandaş da iktidara karşı eleştirilerini dile getirmek için yine Twitter ve sosyal medya platformlarına yöneldi. 

İktidarına yöneltilen bu sert eleştiriler karşısında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan vatandaşları ciddi şekilde azarlayarak sosyal medyada “dezenformasyon” yayan herkesi cezalandırmakla tehdit etti. Bu tehdit oldukça anlamlıydı. Erdoğan hükümeti geçtiğimiz yıl yeni bir yasa ile kamuoyunda dezenformasyon yaymaktan suçlanan kişilere 3 yıla kadar hapis cezasi getirmişti. Birçok insan hakları örgütü devletin bu yasayı kullanarak internet haberciliğini ve internette ifade özgürlüğünü kısıtlayabileceğine dair uyarılarda bulunmuştu. 

Cumhurbaşkanının tehditleri sürerken 8 Şubat günü iktidar Twitter ve diğer sosyal medya platformlarına 8 saat boyunca erişim engeli getirdi. Ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu hükümetin bu kararını “aklını yitirmiş” olarak betimledi; bazıları daha da ileri giderek iktidarı “insanları göz göre göre öldürmek” ile suçladı. Türkiye’nin önde gelen insan hakları avukatlarından Veysel Ok, erişimleri engelleyen Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) yetkilileri hakkında “görevi kötüye kullanma”, “haberleşmenin engellenmesi”, “bilinçli taksirle öldürme” ve “bilinçli taksirle yaralama” yönünden suç duyurusunda bulundu.

POMED Türkiye programi direktörü Merve Tahiroğlu, Ok ile bu suç duyurusunu, hükümetin sosyal medya üzerinde gittikçe artan baskısını ve bu baskının 14 Mayıs seçimlerine olası etkisini konuştu. 

 

POMED: BTK deprem sonrasında bu platformlara erişimi neden engelledi?

Veysel Ok: BTK’nın yapmak istediği elbette enkaz altında kalan insanların kurtulmasını öncelik haline getirmek değildi. BTK’nın temel niyeti “dezenformasyon” gerekçesiyle iktidara olan eleştirileri, depremin ortaya çıkardığı kurumsal bozukluğu, arama kurtarma faaliyetlerindeki eksikleri ve iktidarın deprem bölgesine yeterince yardım edemediğinin ortaya çıkmasını engellemekti.

Türkiye’de ana akım medyanın yüzde 90’ından fazlası iktidar kontrolünde ya da iktidara yakın sermaye gruplarının elinde. Bu nedenle de Türkiyeliler ülkede neler olup bittiğini genellikle sosyal medya platformlarından ya da bağımsız internet haber portlarından alıyor. İktidara yakın medyaya göre deprem sonrası her şey kontrol altındaydı. Ancak sosyal medyaya baktığımızda bu durumun tam aksi bir kaos olduğu ortaya çıkmıştı. Bağımsız gazetecilerin hesaplarından ve deprem bölgesindeki insanların yakarışlarından anladığımız ve gördüğümüz, deprem sonrası en kritik saatlerde kamu kurumları ortada yoktu. BTK bu bilgi erişimini kapatarak bizlerin sadece kendilerine yakın medya organlarından bilgi almasını sağlamaya çalıştı.

Depremin ikinci günü BTK Twitter Türkiye ofisi ile bir toplantı gerçekleştirdi. Bu toplantıda kamuoyuna yansıyan bilgilere göre yetkililer, Twitter’dan “dezenformasyonu engelleme” ve bazı gazeteci hesaplarına erişiminin engellemesini talep etmiş. Bu talepler de Twitter tarafından kabul görmeyince Twitter saatlerce erişime engellendi. Sansür burada da bitmedi. Türkiye’nin en eski ve popüler katılımcı sözlüğü olan Ekşisözlük, doğrudan iktidara bağlı olan BTK tarafından erişime engellendi. Binlerce yazarı olan ve günlük yüzbinlerce kez okunan Ekşisözlük’ün erişime engelleme nedeni ise depremde yaşanan ihmaller ve eksikliklerden bahseden içeriklerdi. Ekşisözlük bugün hala erişeme kapalı. 

Bu arada Türkiye’nin az sayıdaki bağımsız televizyon kanalları da deprem döneminde yaptıkları gazetecilik için cezalandırıldılar. Halk TV, Tele1 ve Fox TV deprem sonrası Türkiye toplumunun en çok izledikleri televizyon kanalları oldu: Bu üç bağımsız televizyon, gazetecilik sorumlulukları gereği olarak iktidarın ihmallerini, deprem yolsuzluklarını, toplumun ihtiyaçlarını cesurca haberleştirdiler. İlk günden bu yana bütün zorluklara ve engellemelere rağmen deprem bölgesinden haber yapmaya çalıştılar. Türkiye’de internet ve televizyon yayıncılığını denetleyen Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) bu üç televizyona da deprem sonrası yaptıkları yayınlar gerekçe göstererek 5’er kez yayın durdurma cezası ile idari para cezası verdi. Zaten büyük şirketlerden ve kamu kurumlarından reklam alamayan bu televizyon kanalları için bu cezaların ne anlama geldiği çok açık.

İktidarın medya sansürü burada da bitmedi: Onlarca gazeteci de fiziki saldırıya uğradı, gözaltına alındı ve tutuklandı. Örneğin kendileri de depremzede olan gazeteciler Ali İmdat ve İbrahim İmdat depremzedeler için gönderilen çadırların depremzedelere ulaştırılmadıklarını haberleştirdikleri için tutuklandılar. Yine deprem bölgesinden ilk günden beri haberler geçen gazeteci Mir Ali Koçer haber geçtiği şehir Adıyaman’da depremde hayatını kaybeden ve enkaz altında olan insanları cenazelerinin kaldırılmadığı için şehrin koktuğu ve maske takmak zorunda kaldığını söylemesi üzerine hakkında “halkı yanıltıcı bilgi yaymaktan” ötürü soruşturma açıldı . Yine onlarca gazeteci, bilim insanı, vatandaş hakkında dezenformasyon yaptıkları iddiasıyla soruşturmalar açıldı. Depremi izleyen haftalarda Emniyet Genel Müdürlüğü, sosyal medyada depreme ilişkin “provokatif” paylaşımlarda bulundukları gerekçesiyle 179 kişiyi gözaltına aldı. 

 

Açtığınız davada BTK’yı “kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi” ve “bilinçli taksirle yaralama” ile suçladınız. BTK’ya neden bu kadar ciddi suçlamalar yönelttiniz?

Deprem sonrası insan yaşamı için hayati olan iletişim mecralarının 8 saat boyunca erişime kapatılması BTK yetkililerinin insan yaşamından önce eleştiriyi engellemeyi öncelediğini ve dolayısıyla oluşan yıkımdan da sorumlu olduklarını ortaya koymaktadır.

Deprem sonrası enkaz altında kalan insanlar arama kurtarma faaliyetleri zamanında yapılmayınca nerede olduklarını, açık adreslerini ve yardım çığlıklarını sosyal medyadan duyurmaya çalıştı. Twitter’da birçok depremzede enkaz altında kaldıklarını, hala yaşadıklarını, adreslerini paylaştı. Birçok bağımsız ve gönüllü arama kurtarma ekipleri bu paylaşımlar sonrası insanlara yardıma koştu. Depremzedelerin barınma, gıda ve hijyen malzemesi ihtiyaçları sosyal medyadan organize edildi. BTK’nin kararı üzerine insanlar paylaşım yapamadılar, arama faaliyetleri sekteye uğradı ve gönüllü yardım faaliyetleri aniden yavaşladı hatta durdu.

Depremde enkaz altında kalanlar için ilk 72 saat çok kritiktir. Binlerce insan enkaz altında hala kurtarılmayı beklerken, sosyal medya en önemli iletişim ve organizasyon mecrası olmuşken BTK yetkililerin iktidara yönelik eleştirileri ve iktidarın ihmal ve eksikliklerinin yayılmasını önlemek için bu kritik saatler içerisinde Twitter kapatması elbette insan yaşamına yönelik bir suçtur. 

 

Bu Erdoğan iktidarının sosyal medyayı ulusal bir kriz sırasında ilk engelleyişi miydi?

Deprem sonrası sosyal medyaya erişimin engellenmesi bizim için ilk değildi. Taksim saldırısı, 2016 ve 2019’da Suriye’ye yönelik askeri operasyonlar gibi birçok olayda iktidarın yaptığı ilk şey sosyal medyaya erişimi engellemek olmuştu. 2020 yılında da İdlib’de 34 Türk askerinin hayatını kaybetmesi sonrası Youtube, Twitter dahil neredeyse tüm sosyal medya platformları günlerce erişime kapatılmıştı. Belli ki iktidar bu askerlerin kimin tarafından, nasıl ve ne için öldürüldüğü konusunda bilginin yaygınlaşması istememişti. Bu sansürleme yöntemi Türkiye’de bu şekilde idari pratik haline geldi.

Bu tip engellemelerin tek amacı var; o da bilginin tekelleşmesi. İktidar haber kaynaklarının sadece kendilerine yakın medya kaynakları olması konusunda çok dikkatli ve emin bir yol izlemektedir. Bu hem gerçeklerin manipüle edilmesine yardım ediyor hem de iktidara yönelik tüm eleştirilerin önü kesilmiş oluyor.

 

Türkiye’de sosyal medyaya baskı açısından bir diğer sorun da Ekim ayında kabul edilen “dezenformasyon” yasası. Bu yasanın Turkiye için anlamı, Türkiye’deki mevcut diğer yasalarından farkı nedir?

Bu yasanın kapsamı Türkiye’deki “iftira suçu” gibi diğer yasalara göre çok daha geniş. Bu yasa ile Türkiye’de herhangi bir kişi sırf internette bilgi paylaştığı için hapis cezası alabilir. 

Kamuoyunda “dezenformasyon yasası” olarak bilinen bu maddeye göre halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bilgi yayan bir kimse üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılabilir. Hemen herkes, gazeteciler, yazarlar, bilim insanları, sivil toplum örgütleri vs., yani herkes bu yasanın mağduru olabilir. Çadır yok diyen gazetecilerin tutuklanması buna en iyi örnektir. Bu gazetecilere iftira suçlaması yapılamaz, yapılsa bile bundan tutuklanamazlardı. Ancak halka yanıltıcı bilgi verdiği gerekçesiyle tutuklandılar. Bu yasa ile hem medya hem sivil toplum örgütleri hem meslek odaları hem de sıradan vatandaşlar üzerinde sansür uygulanabilir.

Bu dezendermasyon yasası hem Türk Anayasasındaki ifade özgürlüğü ile ilgili maddelere, hem de Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası antlaşmalara aykırıdır. 

 

İktidar bu yasayı çıkarırken birçok yetkili ve iktidara yakın medya grubu Avrupa ülkelerinde de benzer düzenlemelerin olduğunu ve Türkiye’nin bunlardan ilham aldığını belirttiler. Bu söylem doğru mu?

Avrupa ülkelerindeki benzeri yasaların Türkiye’dekinden büyük farkları var. Bunlardan en önemlisi bu yasaların hapis cezası öngörmüyor olmaları. Bunun yerine yasa dışı içerikle ilgili olarak internet platformlarına farklı yükümlülükler getirmekle yetiniliyor.

Mesela Almanya ve Fransa’da nefret içerikleriyle mücadele eden yasalarda sadece içerik çıkarma ve para cezası var. Yasa; şiddet, hakaret veya teşvik edici içerikleri kapsıyor ve “yanlış veya yanıltıcı bilgi” yayan kişilerin soruşturulmasına ilişkin herhangi bir hüküm yer almıyor. İngiltere’de ise içerik paylaşım platformlarına ve arama motorlarına, kullanıcıları koruma yükümlülükleri getiriyor. Orada da gazetecilikle ilgili içeriklere yaptırım veya ceza kovuşturması öngören bir hüküm ise bulunmuyor.

Yunanistan bu konuda bir istisna. Oradaki yasada bir ceza maddesi var. Ancak bu madde, bugüne kadar Kovid-19 salgını dışındaki alanlarda hiç uygulanmamış. 

 

Türkiye 14 Mayısta kritik bir seçime gidiyor. İktidarin bu tip internet sansürleme taktikleri bu seçimleri nasıl etkileyebilir? Buna karşın Türkiye’de muhalefet partileri, sivil toplum ve uluslararası toplum ne yapabilir, yapmalıdır?

Dezenformasyon yasasının şu ana kadarki uygulamasına bakarsak seçimler konusunda iyimser olmak zor. Deprem sonrası” çadır yok, halka ulaşmadı” gibi insani bir bilgiyi haberleştiren gazetecilerin tutuklanması elimizdeki önemli bir veri. Seçim sürecinde de resmi görüşe uymayan ya da resmi veriler dışında veri paylaşan insanların da aynı yasal tacize maruz kalmayacağının da garantisi yok. Seçim sürecinde medyanın etkisizleştirilmesi, sosyal medyanın erişime kapatılması ya da paylaşımlar hakkında soruşturmalara açılması olası. 

Adil bir seçim için yargı bağımsızlığı ya da propaganda özgürlüğü kadar bağımsız medya ve sosyal medyaya da ihtiyaç var. Seçimlerin adil gerçekleşmesini istiyorsak özellikle de sosyal medyanın özgürlüğüne ihtiyacımız var. Sosyal medyanın olmadığı bir seçim toplumun birçok kesimi için şüphe uyandırır. Umuyorum ki bu şüphelerin oluşmaması için böyle bir engelleme olmaz. Ama seçime giren partilerin her türlü duruma hazırlıklı olması ve seçim güvenliği açısından bu tür riskleri bertaraf edecek planları olması gerekir.

Muhalefet partileri, sivil toplum ve uluslararası toplum şeffaf bir seçim sağlamak için şu adımları atabilir: 

  1. Yasal çerçeve: Muhalefet partileri, ifade ve basın özgürlüğünü korumak için sağlam bir yasal çerçeve için baskı yapmalıdır. Seçim süreci boyunca uluslararası toplum, Türk makamlarını meşru siyasi söylemi veya medya haberciliğini sınırlamak için Türkiye’nin yasa ve yönetmeliklerini kullanmamaya teşvik etmeli ve bu tür suistimalleri yakından izleyeceklerini açıkça belirtmelidir.
  2. Medya Bağımsızlığı ve Çoğulculuk: Uluslararası toplum, Türk makamlarını vatandaşların farklı görüşlere, bilgi ve belgelere erişimini sürdürmeye teşvik etmelidir ve bağımsız medyaya herhangi bir müdahaleyi belgelemli ve duyurmalıdır.
  3. Gazetecilerin Korunması: Uluslararası toplum, taciz, korkutma, şiddet veya keyfi tutuklamayı önlemek de dahil olmak üzere Türk makamlarını gazetecilerin güvenliğini ve emniyetini korumaya yönelik tedbirler uygulamaya teşvik etmelidir. Uluslararası medya özgürlüğü STK’ları, ihlalleri belgelemek için yerel sivil toplumla birlikte çalışmalı ve bu işbirliğini seçimlerden sonra da sürdürmelidir. 
  4. Bilgiye Erişim: Uluslararası toplum, yerel STK’ların seçim yasaları, yönetmelikleri, adaylar, kampanya finansmanı ve seçim sonuçları hakkında bilgilere zamanında ve kapsamlı erişim sağlama çabalarını desteklemelidir.
  5. Seçimle İlgili Dezenformasyon: Yerel ve uluslararası STK’lar, seçimler sırasında gerçekleri kontrol etme girişimleri ve halk eğitim kampanyaları yoluyla yanlış bilgilendirme ve dezenformasyonla mücadele etmelidir.
  6. Sosyal medya platformlarının sorumlulukları: Sosyal medya şüphesiz Türkiye’deki en önemli bilgi kaynaklarından biri olmaya devam edecektir. Hükümetin sosyal medyayı kısıtlaması ve bağımsız gazetecilere trol saldırıları risklerini göz önünde bulundurarak, sosyal medya platformları bu tür taktiklere hızla tepki vermek için acil durum merkezleri kurmalıdır. Sosyal medya şirketlerine yerel STK’lar ve vatandaşlar tarafından kolayca ulaşılamadığı mevcut durumun aksine, bu şirketler kendilerini daha erişilebilir hale getirmelidir.

 

Veysel Ok bir insan hakları avukatı ve Türkiye’de haber alma hakkı, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü alanlarında faaliyet yürüten sivil toplum kuruluşu Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği‘nin kurucu ortağıdır. Twitter’da @VeyselOkk hesabından takip edebilirsiniz. 

Merve Tahiroğlu POMED’in Türkiye programı direktörüdür. Twitter’da @MerveTahiroglu hesabından takip edebilirsiniz.